6 Şubat günü saat 04.17 ve 13.24’de merkezi Kahramanmaraş olan iki büyük deprem yaşadık; 10 kentimizi ve bazı ilçelerini yıkan bu depremde resmi verilere göre 35 bine yakın insanımız hayatını yitirdi. Çok fazla yaralımız var. Hayatını yitirenler huzur içinde uyusun, geride kalanlara ise bu acıya karşı direnme gücü diliyoruz ve yaralıların en kısa sürede sağlıklarına kavuşması en büyük isteğimiz. Evleri yıkılan, sokakta kalan yurttaşlarımız için en kısa sürede gerekli koşulların sağlanması gerekiyor.
Bu ve önceki yıkıcı depremlerin sonuçları bize, niteliksiz eğitim yapılarak ülkemizin az gelişmişlikten kurtulamayacağını göstermektedir. 17 Ağustos 1999 tarihindeki Marmara depreminden sonra gerekli önlemleri alamadığımız için, yaşanan bu büyük depremle bir kez daha çok sarsıldık. Havanın soğuk olması da bazı engellemelere yol açtı.
Deprem haberinin duyulmasından hemen sonra Türk milleti büyük bir dayanışma örneği göstererek başta belediyeler olmak üzere çeşitli kuruluşların yardım toplama etkinliklerine katıldı ve var güçleriyle çalıştı. Bu övgüye değer dayanışma, gelecek için büyük umut vermektedir. Türk milleti, kara günlerde gösterdiği bu dayanışmayı, ülkemizin aydınlığa ulaşması için de vermelidir.
Öncelikle depremden neredeyse 48 saat geçmesine karşın bazı kentlere, ilçelere ulaşılamamış olması üzerinde düşünmek gerekir. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler, enkazdan kurtulup aç, susuz ve giyecek olmadan günlerce soğukta bekleyenlerin olması, insanımızı acı acı düşündürmüştür. Türk Silahlı Kuvvetleri ilk andan itibaren etkin ve güçlü bir şekilde deprem bölgesine girmedi ve gelince de yetersiz sayıda olduğu görüldü. Deprem bölgesine ulaşabilen kurtarma ekipleri, kahramanca çalıştılar ama sayıca çok yetersizdiler. Birçok kimse yakınlarını bulmak için deprem bölgesine akın etti ancak deprem bölgesine ulaşmakta büyük güçlük çekildi. Siyasilerin genelde şov amaçlı deprem bölgesindeki incelemelerinin neyi çözümlediği belli değildir.
Sayıştay’ın hazırladığı denetim raporlarında usulsüzlükler, yolsuzluklar ve kamu zararı tespit ettiği Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD), arama-kurtarma çalışmalarına geç başlaması, donanım eksiğinin görülmesi ve eşgüdüm olmadan çalışması düşündürücüdür. Dış ülkelerden gelen arama-kurtarma ekiplerinin bu eşgüdümsüzlük ve plansızlık karşısında verimli çalışamadıkları da görülmüştür. Arama Kurtarma Derneği’nin (AKUT) Marmara depremindeki övgü dolu çalışmaları belleklerdedir ama aynı başarı AFAD için söylenemez.
7 Temmuz 1997 tarihinde İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan ve 27 maddeden oluşan EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) protokolünün kaldırılması, bu gibi afetler için kötü olmuştur. AKP’nin 4 Şubat 2010 tarihinde uygulamadan kaldırdığı EMASYA protokolü, 13 Temmuz 2016 tarihinde AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan tarafından yeniden imzalandı. Ancak 15 Temmuz 2016 senaryosu sonrası EMASYA protokolü tekrar kaldırıldı. EMASYA, bir darbe planı değildir; ülkenin geleceğinin iç ve dış tehditlere karşı korunması planıdır. İşte yaşadığımız bu depremde de bu protokolün kaldırılmasının ağır sonuçlarını hep birlikte gördük.
Her depremde görüldüğü gibi bu depremde de kamu binaları yıkıldı, hastaneler çöktü, otoyollar ve bölünmüş yollar yarıldı, havaalanı ikiye ayrıldı, binalar, okullar, öğrenci yurtları yerle bir oldu. Tarıma yapılması gereken ovalara imar izni vererek ve bununla övünerek depremle mücadele edemeyiz. Son imar affı ile depremde büyük zarar gören bu 10 kentte, 250 binin üstündeki yapı, yasal duruma kavuşturulmuştur. Kaçak yapılara ruhsat verenler, İmar affı ya da İmar barışı adı altında yasa çıkaranlar, bu yapılara imar ruhsatı veren belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, imar müdürleri, gerekli kontrolleri yapmayan yetkililer yerli yerinde dururken sadece yüklenicilerin (müteahhitlerin) gözaltına alınması, göz boyamadan başka bir şey değildir. Burada en büyük suç siyasetindir, siyasetçilerindir. Siyasi iktidar sürekli rantı düşünmektedir. Bilgisizlik, bilim dışılık, siyasi ve parasal hırs deprem önlemlerinin önüne geçmiştir; depremle böyle mücadele edilmez.
Tarım alanlarında ve sahil kıyılarında mimari, çevresel ve zeminsel altyapı incelenmeden, inşaat yaparak, inşaat malzemesinden kısıtlama yaparak (çalarak), bina içindeki taşıyıcı kolonları keserek depremle mücadele edemeyiz. Depremle yaşamaya alışmak için önce bilim toplumu olmak gerekir. Bilim toplumu olabilseydik, doğal afet olmadan önce önleyici önlemlerin ne olacağı, nasıl hareket edileceği ile ilgili planlanmaları ve uygulamaları hayata geçirip, afet sırasında eşgüdümlü çalışmalar yapardık.
Deprem nedeniyle bazı önlemlerin alınması gereklidir. Ancak bu bağlamda öğrenci yurtlarının depremzedeler için kullanılması amacıyla üniversitelerde eğitimin çevrimiçi olarak yapılması çok büyük yanlıştır. Oteller, konukevleri, konteynır, yazlık ve boş konutların kullanılması ile, hatta 1150 odalı kaçak sarayın bile kullanılmasıyla bu sorun çözülebilir. Çözüm odaklı başka seçenekler düşünülmeden üniversitelerde yüz yüze eğitim yapılmasının sosyalleşmeye, normalleşmeye ve psikolojik iyileşmeye katkısının olacağı düşünülmeden, üniversiteleri kapatıp, eğitimi çevrimiçi yapma kararı yanlıştır ve tekrar gözden geçirilmelidir.
Bu arada Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali İhsan Göker, 10 kentte yıkıma neden olan iki büyük depremin ardından sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşımda bulundu: “Deprem veya binalar öldürmez, Allah öldürür. O da eceli geleni. Depremde ölenler aynı anda Mars'ta bile olsalar yine öleceklerdi. Ölüm mekâna değil zamana bağlıdır.” Bunu okuyunca böyle bilimsellikten uzak üniversitelerin kapatılması gerektiği sonucuna varmak da düşünülebilir.
Ne yazık ki bilim toplumu olamamak her tür acıya davetiye çıkartmak anlamına gelmektedir. Günümüzde bilime sırt çevrilen ülkemizde her alanda liyakatsizlik hüküm sürmektedir, işten anlamayan yandaşlar devlet kadrolarına doldurulmuştur. Bilimin olmadığı yerde ‘kader’ ya da ‘fıtrat’ denerek, toplumun kandırıldığına ve uyutulduğuna tanık olmaktayız.
Azim ve Karar, 13 Şubat 2023.